4M Mimarlık hakkında bilgi alabilir miyiz?
Salih Salalı: 4M Mimarlık'ı Fatih Açıkalın'la 1986 yılında kurduk. Ancak 2014 yılı itibariyle ortaklığımız bitti ve tek kurucu olarak çalışmalarımızı yürütmekteyim. Farklı ölçeklerde projeler üreten Ankara merkezli gittikçe büyüyen bir ofisiz. Ankara dışında Erbil ve Milano ofislerimiz de bulunuyor. Böylece yurt dışı bağlantılarımızı ve proje üretme süreçlerimizi genişletmiş ve kolaylaştırmış bulunuyoruz. Buralardaki ofislerimizde "yere" bağlı olarak faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Ofislerimizde ürettiğimiz projeler aynı "tipoloji" ya da güncel bir dille ifade etmem gerekirse, "stil" kavramını reddedecek ölçüde değişken bir yapıya sahip. İçinde bulunduğu bağlamın verilerini iyi kullanan ve buna cevap veren, en küçük ölçekten başlayan projelerimiz; konut, ofis, iç mimari, karma yapılar ve kentsel tasarım projeleri şeklinde değişiyor.
Tamamladığınız projeleri nelerdir?
Tamamladıgımız projeler arasında Ankara İncek'te Kale idari ofis binası, yine İncek'te Köroglu idari binası, Atakule GYO ofis binası, Ankara Atlantis konutları, Kaşmir Göl Evleri, Ankara - Park Vadi Evleri ve Pimex Ofis projelerini sıralayabiliriz.
İnşaat ve proje çalışmaları devam eden işleriniz nelerdir?
Yapımı süren projelerimiz arasında Ankara Akkent karma kullanım yapısı, İncek Prestij Konutları, Kastamonu Silüet, Ankalife Vadi, Ankara Pylon Residence ve Irak/Erbil'de Park View karma kullanım yapıları bulunmaktadır.
BC Prestige projenizden bahseder misiniz?
BC Prestige, Kuzey Irak'ın Erbil şehrinde tasarlanan kentsel dönüşüm projesi ve karma kullanımlı bir yapıdır. Projenin talep edilen programı itibari ile lüks konutlar, sosyal alanlar, rekreasyon alanları, ofisler ve ticaret birimleri hem içeride hem de blokların dışa dönük formunda maksimum hareketliliği sağlıyor. Erbil'in tam merkezinde tasarlanan bu topoğrafik yapı blokları, kent ölçeğinde bir dinamizm sembolü yaratmak ve mevcut bulunan alçak katlı yapı stoğundaki yaşam biçimlerinin bu bölgeye kolaylıkla entegre olabilmesini amaçlamaktadır. BC Prestige karma kullanım yapısı, günümüzde gelişmekte olan Erbil kentindeki mütevazi konut dokusu ve fiziksel çevreye, bilerek ve isteyerek meydan okumakta, ancak günlük hayatın sıradanlığını maksimum yeni bir yaşam biçimi tarifleyerek bu tarihsel dokuya cevap vermektedir. İnsan hareketinin tamamen açık ve dışa dönük olması, eski tarihi kentle birlikte yaşaması, bu projede öncelikli tasarım presinsiplerimizden biri olmuştur. 2 bin 500 konut, sosyal ve ticaret alanları ve bu mekanların birbiriyle olan hem fiziksel hem de sosyal ilişkileri, Erbil'in organik olarak gelişmekte olan kentsel yapısına atıfta bulunmakta ve yeni bir kültürel "hub" (nokta/merkez) olarak tanımlanmaktadır.
İncek Kross Kuleler projesinin detayları nelerdir?
İncek Kross Kuleler, Ankara'nın yeni gelişmekte olan İncek bölgesinde yer alıyor. Konut yoğunluğunun hızla geliştiği bu bölge yakın gelecekte yeni bir uydu kent olma özelliğine de oldukça açık bir yerleşim bölgesi. İncek Kross Kuleler, Mogan ve Eymir göllerine manzara veren Ankara çevre yolu aksında, parselde diagonal olarak konumlandırılmış bir yapıdır. Araç ulaşımının tam da kilit noktasında bulunan bu yapı, kent ölçeğinde yeni bir dil arayışı içindedir. Tamamen dışa dönük olarak çalışan bu yapı yaklaşık 2 bin 500 kişilik nüfusa açık olmakla birlikte, toplam 600 civarında konuttan oluşmaktadır. İncek Kross Kuleler, çevredeki minimum yeşil alan baz alınarak tasarlandı. Bu anlamda maksimum yeşil alan ihtiyacına yanıt bulundu ve minimum düzeyde sosyal-ticaret alanları planlanmıştır. Öngörülen konut ihtiyacı tek bir yatay blok ve iki kule bloğunda çözülmüştür. Doğayla bütünleşik sosyal ve ticaret blokları, peyzaj tasarımının strüktürel bir formu haline gelmiştir. Tek katlı sosyal + ticaret blokları parselin tam iki köşesinde yer alır ve birbirleriyle görsel ilişki içindedir. Kuleler kendine özgü, heykelsi ve kabuklu formu itibari ile yeni bir kent simgesi olarak tariflenmektedir.
Kadronuz, ekibiniz hakkında bilgi alabilir miyiz?
Ekibimiz ağırlıklı olarak mimar olmakla beraber iç mimar, görselleştirme uzmanları ve dönemsel stajyerlerlerimizden oluşmaktadır. Tasarım ve uygulama projelerini ayrı gruplarda yürüten tasarım sorumluları olarak görev almaktayız. Bunun yanı sıra projelerin teknik konularının koordinasyonunu sağlama amacıyla ekiplerde yer alan arkadaşlarımız da oluyor. Ankara ofisimizde şuan 25 kişi bizimle birlikte çalışıyor ve bu sayı giderek artıyor. Erbil ve Milano ofislerimize de proje odaklı olarak, gerektiğinde buradan personel takviyesi yapabiliyoruz.
Ülkemiz genelinde mimari ve tasarımın gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ülkemizde, mimarlık üretim biçimleri ve tasarıma dair çok ciddi sorunlar olduğu kanaatindeyim. Çünkü Türkiye'de "mimarlık mesleği" oldukça problemli ve son zamanlarda da oldukça içinden çıkılmaz bir vaka haline geldi. Çünkü mimarlık mesleği kişisel, aynı zamanda da toplumsaldır. Bundan dolayı Türkiye'deki mimarlık üretim süreçleri, mimar - kullanıcı - işveren arasındaki üçlü gerilimi, mimarlık üretme çabası dahilinde her zaman korur ve korumak zorundadır. Tüm bunlara ilişkin olarak, mimarlıkın hala gazetelerin üçüncü sayfalarında yer alan bir meslek grubunun dışına çıkamaması da beni oldukça ürkütüyor. Çünkü, yeni yeni uluslararası ortamlarda kendini bireysel olarak var etmeye çalışan bir mimarın hakkının açıkçası bu olmadığını düşünüyorum. Bununla birlikte, tasarımın sınırlarından biraz da olsa kurtulmaya başladığımız da aşikar. Çünkü yurt dışında da mimarların iş alması, proje üretmesı ve uluslararası ofislerle ortak projelerde yer alması daha özgün bir tasarım dilini de beraberinde getirdi diyebiliriz. Bu durum, işveren taleplerindeki belirli sınırıların genişlemesini de sağladı.
Son dönemlerde gündemde olan kentsel dönüşüm çalışmalarını mimar olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konunun ortak bir akıl, planlı tasarım kararları ve stratejik planlamalar yapılmadığı sürece ülkemizde çözülebileceğini düşünmüyorum. Malesef bu yönde bir umudum yok ve bunu üzülerek dile getiriyorum. Çünkü, genel perspektifte bir öngörümüz olmadığı sürece, noktasal tasarım kararlarının vuku bulduğu bu düzlemde, genel olarak altyapısı çok iyi çalışan, estetik kaygılarımızla örtüşen, sosyal yaşamı hızlandıran ve bunlara cevap veren bir kent pek de mümkün olmayacaktır. Çünkü koskoca bir kentin küçük bir noktasında "iyi bir yapı'' yapmak tabi ki sorunu çözmüyor. Çünkü iyi kent dediğimiz şey, bu tahayyülün çok ötesindedir ve farklı stratejiler gerektirir. Günümüzde kapı arkasında üretilen planlar ve tepeden inme kararlarla kente yapılan müdehaleleri, ne yazık ki tehlikeli ve önüne geçilemez bir süreç olarak görüyorum.
İnşaat sektörünün gelişimini nasıl gözlemliyorsunuz?
Bu ülkede en hızlı ve en beklenmedik biçimde gelişen alan inşaat sektörü. Bunun altında yatan sebeplerden bazıları hiç kuşkusuz teknolojinin gelişmesi, inşaat sektöründe yeni üretim biçimleri ve yapı üretiminde alternatif sistemlerin çok çabuk elde ediliyor ve uygulanıyor olması.
Sektörün en önemli sorunları sizce nelerdir?
Mimar - işveren - yüklenici ve uygulama arasında büyük bir gerilim bulunuyor. Öyle bir duruma geldi ki, son zamanlarda inşaat sektöründe yaşanan üzücü olaylar mimarları daha çok şeyden sorumlu hale getirdi. Artık mimarın pozisyonu, inşaat süreçlerini de kapsayan ve bunların her aşamasında neredeyse yer almayı gerektiren bir duruma dönüştürüldü. Aslında bunu da bir mimar olarak oldukça doğru bir tutum olarak görüyorum. Çünkü mimarın görevi kağıt üzerinde tanımlı bir süreç olmamakla birlikte, bunun koordinasyonundan sorumlu olmasını da gerektiriyor. Kaldı ki bu sadece inşaat sektörüne özel bir durum değil, disiplinlerarası işbirlikleri her üretim alanında bir sorun teşkil ediyor.
Sektörün kalifiye eleman ve eğitim durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ofislerde uluslararası normlarda proje üretmek tabii ki bir hayli donanımlı, tecrübeli ve iyi eğitimli kişilerle çalısmayı zorunlu kılıyor. Ancak bunun Türkiye ölçeğinde çok mümkün olabildiğini göremiyorum. Çünkü bu standartlara cevap verebilen kişiler gelmiyor. İster istemez bunun bir ucu da eğitim sistemine dayanıyor. Türkiye'de çok iyi okullar var, mimarlık eğitiminin teorisi de çok iyi veriliyor. Ancak mezun olup gerçek yapı üretme durumuyla karşılaştıklarında, bilgileri pratiğe dökme noktasında ciddi sorunlar olduğunu rahatça gözlemleyebiliyoruz. Bunun nedeni, teorik - pratik arasındaki dialektik ilişkinin kurulamamasıdır. Bu durumda da bir mimarın kendisini sonradan bazı gelişmelere adapte etmesi ve yenilemesi çok da mümkün olmuyor. Çünkü bu eğitim sürecinin zaten doğasında olması ve birlikte çalışması gereken bir durum. Bir mimar, bu süreçleri önceden öğrenmiş ve özümsemiş olduğunda zaten tecrübe sahibi olmuş olacaktır. Bunun yeni eğitim modelleri üzerinden dünyanın başka yerlerinde denendiğini biliyorum. Bunlardan bir tanesi yeni açılacak olan Will Hunter yürütücülüğündeki London School of Architecture, tamamen öğrencinin yüksek miktarlardaki eğitim harçlarını karşılamasını ve aynı zamanda eğitim sürecinde belirli uluslararası ofislerde projeler üretmesi üzerine kurulu bir eğitim sistemi. Bu yeni eğitim modeli dünyada tek mi bilmiyorum ama eğitim sistemi için alternatif bir model önerdiği kesin.
2014 yılı hem firmanız hem de sektör açısından nasıl tamamlandı?
Geçtiğimiz yıl yurt dışı çalışmalarımız da dahil olmak üzere farklı ölçeklerde projeler tamamladık. Yapımı süren bir çok projemiz de halen devam ediyor. Buna ek olarak farklı uluslararası mimarlık ofisleriyle yeni iş birlikleri gündemimizde. Yine Ankara'nın farklı yerlerinde tasarım kararları alınan kentsel ölçekte projelere başladık ve bunlar ağırlıklı olarak konut ve karma kullanım projelerini içeriyor. Yine 2014 yılında başlayan, Erbil'de yapılacak olan karma kullanım, ticaret ve ofis projelerimizin anlaşmaları, proje süreçleri ve uygulama projeleri devam etmekte.
"Mimarlığın disiplinlerarası kopukluktan doğan sorunları aşması gerekiyor"
Hızla gelişen ve büyüyen mimarlık üretim alanının kendi faaliyetlerinin daha düşünsel ve stratejik bir boyutta tartışılması gerektiğine dair şekillenmesi, bir mimar olarak en büyük arzumdur. Bununla birlikte mimarlığın disiplinlerarası kopukluktan doğan sorunları aşması gerektiğini düşünüyorum. Bu problemlerin artık daha kolektif, katılımcı ve farklı alanlardaki kişilerle çalışmalar yapılarak, artık meşru bir zemine oturacağı kanaatindeyim. Çünkü hiç şüphesiz ki Türkiye'de mimarlık mesleği, dünyadaki üretim süreçlerine ve projelere bakıldığında farklı alanlardaki kişilerle projeler üretmeyi zorunlu hale getiriyor ve bunun da artık sadece mühendislik alanı ile sınırlı olmadığı sosyolojik, psikolojik ve insancıl bir yaklaşımı da kapsadığını görebiliyoruz. Bu bağlamda, bu kolektif çalışmaların biraz daha ısrar edildiğinde mümkun olabilecegini görebiliyorum.
Son olarak beklentileriniz ve hedefleriniz nelerdir?
2015 yılı itibari ile sayısal olarak fazlaca proje üretmekten çok dünyanın farklı yerlerinde nitelikli, aynı zamanda seçici projeler üretmenin kendimizi sınamak adına da önemli olduğunu düşünüyorum. Israrla belirtmeliyim ki, farklı "yer"leri deneyimlemek sizin bir ölçüde kendi sınırlarınızın dışına çıkmanızı sağlıyor ve farklı niteliklerde yapı yapmak biraz da buradan geçiyor. Onun için kendi mimarlık üretim biçimimizi daha da sorgulamak ve tartışmak adına, daha önce tecrübe etmediğimiz programlar, yerler ve işverenlerle devam etmeyi istiyoruz.
Boytorun Mimarlık tarafından Arnavutköy’de tasarlanan Durusu Milltown projesi bölgenin konut, ticaret ve kamusal alan ihtiyaçlarını karşılama hedefiyle hayata geçiriliyor. Kişi başına düşen sosyal ala...
Devamını Gör...
Özer Ürger Mimarlık tarafından tasarlanan Güngören Gösteri Merkezi (GGM) ve Kent Parkı projesi, yapı ile çevresi arasında kurulan güçlü bağlar sayesinde İstanbul’un en yoğun nüfuslu bölgelerinden biri...
Devamını Gör...
Ulusal ve uluslararası ölçekte atlı spor kulüplerine imza atan Equine Design Studio, Şile’de uluslararası yarış standartlarına uygun niteliklerde özel bir binicilik merkezi tasarladı
Devamını Gör...