Ulusal ve uluslararası mimari yarışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Açık yarışmalar genç mimarların adlarını duyurmaları, hatta kazandıkları projeler ile ofislerinin temellerini atmaları konusundaki en önemli platform. Aynı zamanda bir mimarlık ofisinin tasarım heyecanını canlı tutması, yeni konuları araştırması ve mesleğin düşünsel yönünden kopmaması anlamında yarışmalara katılım çok yararlı. Ancak yarışmalar aynı zamanda tüketilen çok büyük miktardaki emeğin karşılığının ne yazık büyük çoğunlukla alınamadığı süreçler. Dolayısıyla ekonomik açıdan değerlendirirsek mimarlık yarışmalarına ilgi tüm dünyada piyasadaki iş hacmi ile ters orantılı. 2008 krizi ardından 1.000'in üzerinde katılım olan uluslararası yarışmalar oldu, bunlardan biri olan Benetton Tahran Karma Kullanım Binası projesine biz de girmiştik. Çok farklı fikir ve çözümlerin gönüllü katılımcılar tarafından paylaşıldığı açık yarışmaların özellikle kamu projelerinde ciddiyetle değerlendirilmesinin ülkemizin mimarlık ve kentsel kalitesi anlamında çok önemli olduğunu düşünüyorum. Oysa günümüzde birçok kamu yapısının mimarları halen şeffaf olmayan, fiyat temelli ihale yöntemleri ile saptanıyor. Buna karşılık düzenlenen açık yarışmaların birçoğunda 1. ödül sahipleri ile hizmet bedeli pazarlıkları yapılarak müellifler yıldırılıyor veya kazanan projelerin inşaatı idarenin yatırım planlarından kaldırılıveriyor, binlerce saat emek boşa gidiyor. Doğal olarak bu durum birçok mimarı açık yarışmalardan soğutuyor.
"2007-2012 döneminde 15 adet farklı ulusal ve uluslararası yarışmaya katıldık"
Biz ofis olarak 2007-2012 döneminde 15 adet farklı ulusal ve uluslararası yarışmaya katıldık. Ülkemizin birçok farklı noktasında, Fransa, Japonya, Peru, İran gibi ülkelerde belediye, valilik, dini tesis, ofis, konut, müze gibi çok değişik konularda projeler ürettik. Bunlardan Tokyo Moda Müzesi ve Benetton Tahran Karma Kullanım Binası projeleri 2010 Ulusal Mimarlık Sergisi'nde proje dalında ödül adayı oldu. Cami Mimarisi Üzerine Fikir Projesi, Hatay İl Genel Meclisi ve İl Özel İdaresi Hizmet Binası ve Halide Edip Adıvar Külliyesi projeleri World Architecture Community 20+10+X Ödülüne layık görüldü. Birçok yarışma projemiz yerli mesleki yayınların yanında dünyaca ünlü yabancı dergilerde ve tasarım sitelerinde yer aldı. 2012 yılından sonra ise artan iş yoğunluğumuz nedeniyle açık yarışmalardan çok özel sektörde son yıllarda gittikçe daha çok tercih edilen bir yöntem haline gelen davetli yarışmalara odaklandık. ADCO Ofis Binası ve KKB Ankara Veri Merkezi gibi projelerimizi iş sahiplerinin belli isimler arasında düzenlediği davetli yarışmaları kazanarak üstlendik. Davetli yarışmaların yaygınlaşmasının, projelerin müelliflerinin saptanmasında mimar - iş sahibi ilişkilerinden çok tasarımın niteliğinin önem kazanmasını sağladığını, bu anlamda çok olumlu bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Ancak gerek açık, gerek davetli yarışmalar ile nitelikli yapılar elde edilmesinin en önemli koşulu donanımlı bir jüri oluşturulması ve idarenin/iş sahibinin seçime olabildiğince az müdahale etmesi.
Son dönemlerde ülkemiz gündeminde olan kentsel dönüşüm çalışmalarını mimari olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ülkemizdeki ömrünü doldurmuş niteliksiz yapı stoğunu deprem riski karşısında dönüştürmek amacıyla yola çıkılan kentsel dönüşüm çalışmalarının hukuki olarak tıkandığını ve amacından saptığını gözlemliyorum. Deprem tehlikesinin en yüksek olduğu bölgelerdeki çok hisseli küçük parsellerin dönüşümü çıkartılan tüm zorlayıcı yasalara rağmen hukuken çok zor. Devletin ise yasalar yoluyla yaptırım gücünü depremde yıkılacak bölgelerde değil yüksek rant getirecek alanlarda kullandığını üzülerek izliyoruz. Kamulaştırma için gerekli finansal kaynaklardan yoksun oluşumuz durumu daha da açmaza sokuyor. Mimari olarak kent içinde parsel bazındaki dönüşümlerin büyük çoğunluğu çok düşük bütçeli ve getirili projeler. Ayrıca bunlar konumları itibariyle tasarımlarından bağımsız olarak kolayca satılabiliyor, kiralanabiliyor. Dolayısıyla mimari projelerde tasarım niteliği göz ardı edilip bürokrasinin aşılması önemseniyor. Sonuç olarak içinde yaşadığımız sokaklar çağdaş yapılarla değil farklı firmalarca yapılmış ama hepsi aynı vasatlıkta basmakalıp, neoklasik taklitlerle dönüşmekte. Bu anlamda kent içindeki çok az sayıdaki nitelikli çağdaş proje en büyük övgüyü hak ediyor bence. Mimari nitelik, kent çeperindeki daha büyük ölçekli projelerde artan bütçe ve rekabet dolayısıyla daha yüksek. Ancak bu projelerin de bütüncül bir kentsel planlama çerçevesinden yoksun biçimde birbirinden tamamen kopuk olarak geliştirildiğini görüyoruz. Birbiri ile ilişkisi olmayan, arada kalan alanların otomobil ile geçilip gidilen anlamsız boşluklar haline geldiği, ne yeşil bir banliyö ne de kent içi bir semt haline gelemeyen, çevresi ruhsuz, sevimsiz konut adaları elde ediliyor. Vaat edilen "yaşam kalitesi"nden sitenin dört duvarı arasında tatmin olamayan kullanıcıların orta ve uzun vadede mutlu olamayarak kent merkezine geri döneceğini öngörüyorum. Avrupa ve ABD bu süreçten geçti ve çok ciddi kayıplara uğradı, bugün artık kent merkezlerini soylulaştırıyor veya çeperlerde daha karma kullanımlı projeler geliştiriyorlar. Ne yazık ki başka ülkelerin deneyimlerinden de ders almayı bilmiyoruz veya tercih etmiyoruz.
İnşaat sektörünün ve mimarinin en önemli sorunları sizce nelerdir?
Bu soru başlı başına bir söyleşi konusu ama başlıklar ile özetlemeye çalışayım: Bütünsel bir planlamadan ve uzun vadeli bir vizyondan yoksun, spekülatif furyalarla projeler geliştirilmesi sonucunda piyasada döngüsel çöküşler yaşanması; iş devamlılığının sağlanamaması sonucu firmaların kurumsal yapılarını güçlendirememeleri, yenilikçi tasarımları araştırmaya ve geliştirmeye kaynak ayıramamaları; hayatta kalma mücadelesi içindeki firmalarca geliştirilen projelerde kamusal ve kentsel yararların gözetilememesi, devletin de bunu zorlamaması; piyasanın büyük çoğunlukla "hızlı ve ucuzu" yeğlemesi sonucu kabul gören, hatta talep edilen vasatlık; yüksek gayrimenkul getirilerinin proje niteliği ile değil yolsuz ilişkiler ile sağlanan imar rantı ile elde edilmesi; devletin doğal çevrenin ve kentlerin dönüşümünde mimarlara danışmak yerine bizleri devre dışı bırakma eğiliminde olması; sürdürülebilirlik kavramının içinin boşalarak pazarlama enstrümanına dönüşmesi; meslek eğitimindeki kalite düşüşü; etik değerlerin aşınması... Bunlar yalnızca aklıma ilk gelenler...
Mimarlık eğitimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeni neslin mesleğe yaklaşımına dair gözlemleriniz nelerdir?
Ülkemizdeki mimarlık eğitimini genel olarak yetersiz ve niteliksiz olarak değerlendiriyorum. ABD, Japonya ve Avrupa'da bir yapıya imza atmak en az 5-6 yıllık zorlu lisans eğitimi, ardından yıllar süren zorunlu stajlar ve geçilmesi gereken mesleki sınavlar gerektirirken Türkiye bugünkü yasalarıyla en kolay müelliflik hakkı elde edilen ülkelerden biri. Yüksek bir yatırım maliyeti olmaması nedeniyle sayısı hızla artan özel üniversitelerin hemen hepsinde mimarlık fakülteleri açılıyor. Başarılı örnekleri bir kenara ayıralım ancak bunların çoğunda toplama kadrolar, iş merkezinden bozma kampüsler, ilgisiz öğrenciler ile ne nitelikte bir eğitim sağlandığı çok şüpheli. Bu okullardan her yıl yüzlerce mezun verilmesi zaten düşük bir iş hacmi olan mimarlık mesleğini ne yazık ki ciddi anlamda ucuzlatıyor.
"Mimarlık mesleği güçlü bir yetenek ve kültür altyapısı gerektirir"
Devlet okullarında ise mimarlık gibi güçlü bir yetenek ve kültür altyapısı gerektiren mesleğin eğitimine fen matematik soruları ile öğrenci alınması çok acı. Tesadüfen kendini mimarlık fakültesinde bulmuş, mimarlığa sevgi ve ilgi duymayan birçok genç sırf üniversite sınavına bir daha girmemek için bir biçimde mezun oluyor ve kendilerine uygun bir iş kolu bulana dek meslek camiasının düzeyini düşürüyorlar. Akademik ortam ile kısıtlı bir ilişkim olmasından dolayı yeni nesli ancak ofisimize gelen stajyerler aracılığıyla gözlemleyebiliyorum. Son derece hevesli, zeki ve meraklı da olsalar internet çağında yetişmiş olmalarından ötürü mimariye çok görsel odaklı ve yüzeysel yaklaşıyorlar. Oysa mimarlığın internette dolaşan binlerce görselin ötesinde çok derin düşünsel yönleri var ve bunlara ekrana bakarak değil kitapları, dergileri okuyarak ancak erişebilirler. Tüm stajyer arkadaşlara olabildiğince çok seyahat ederek mimarlık eserlerini dokunarak, içinde ve çevresinde gezerek, tüm duyuları ile deneyimlemelerini, öğrencilik döneminin boş zamanlarını olabildiğince çok mesleki yayın okuyarak değerlendirmelerini öneriyorum. Okulların serbest mimarlık yapan meslektaşları konuk ederek meslek yaşamının gerçekleri ile öğrencileri yüzleştirmeleri çok önemli.
"Serbest mimarlık zor bir deneyimdir"
Serbest mimarlık yapmanın ne denli zor bir deneyim olduğu erken yaşta anlaşılırsa ancak tüm bu zorluklara göğüs gerebilecek yetenek, gayret ve olanağa sahip olanlar tasarım alanına odaklanacaktır. Geri kalanların ise eğilimleri doğrultusunda proje yönetimi, gayrimenkul geliştirme, şantiyecilik gibi müelliflik dışındaki meslek pratiklerini keşfedebilecekleri çok yönlü bir eğitim verilmeli. Bunun dışında, gerçek yaşamda okuldaki gibi tek başına değil, bir takım halinde çalışacakları için grup projeleri olması, hatta mümkünse inşaat, makine ve elektrik mühendisliği öğrencileri ile ortak tasarımlar geliştirebilmeleri ortak çalışmayı ve insan ilişkilerini öğrenmek adına çok yararlı olacaktır. İş bulmanın gittikçe zorlaştığı piyasada büroların aradığı BIM yazılımları ve sürdürülebilir tasarım gibi alanlarda öğrencilerin kendilerini yetiştirmelerini sağlamak da mimarlık eğitiminin öncelikleri arasında yer almalı. Ayrıca imar mevzuatı da yalnızca bir teorik ders olarak değil, bir proje stüdyosu kapsamında doğrudan tasarım geliştirerek öğrenilmeli. Ancak mimarlık okulları için hepsinden önemli misyon, mimarlığın etik değerlerini içselleştirmiş, mevcut meslek pratiğini sorgulayarak mimarlığı insanlık adına daha yararlı hale getirecek kuşaklar yetiştirmek olmalı.
İnşaat sektörünün kalifiye eleman durumunu & sorununu nasıl gözlemliyorsunuz?
Sorunun temeli inşaat sektörünün hiçbir dalında kişiye tatmin edici bir gelir ve kariyer sunmamasından kaynaklı. Bundan ötürü genç kuşaklar uzmanlaşmak yerine ilk fırsatta ya daha karlı sektörlere geçiyor ya da kendi firmalarını kurarak işin ticaretine yöneliyorlar. Ancak yatırımcıların yapı kalitesini daha fazla önemsemesi ve bunun maddi karşılığını ödemesi halinde tasarımcı ve yüklenici firmalar çalışanlarına daha iyi olanaklar ve uzun vadeli kariyer planları sunabilecek, böylelikle yetişmiş kalifiye elemanları bünyelerinde uzun yıllar barındırabilecektir.
Boytorun Mimarlık tarafından Arnavutköy’de tasarlanan Durusu Milltown projesi bölgenin konut, ticaret ve kamusal alan ihtiyaçlarını karşılama hedefiyle hayata geçiriliyor. Kişi başına düşen sosyal ala...
Devamını Gör...
Özer Ürger Mimarlık tarafından tasarlanan Güngören Gösteri Merkezi (GGM) ve Kent Parkı projesi, yapı ile çevresi arasında kurulan güçlü bağlar sayesinde İstanbul’un en yoğun nüfuslu bölgelerinden biri...
Devamını Gör...
Ulusal ve uluslararası ölçekte atlı spor kulüplerine imza atan Equine Design Studio, Şile’de uluslararası yarış standartlarına uygun niteliklerde özel bir binicilik merkezi tasarladı
Devamını Gör...