Ankara doğumlu olan Ahmet Alataş lise eğitiminden sonra üniversite öğrenimi için Viyana'ya gider. Viyana Teknik Üniversitesi'nde başladığı üniversite ve master eğitimini Profesör Helmut Richter'in yanında hazırladığı diploma çalışması ile tamamlar. Viyana'da önemli ödülleri kucaklayan Alataş Richter ile birlikte 3 yıl boyunca çalıştıktan sonra kendi ofisini kurmaya karar verir.
1999 yılında bu isteğini gerçekleştirir. 2001 yılında ise 14 yıl yaşadığı Viyana'dan Türkiye'ye dönüş kararı alır. Bu kararın alınmasında en önemli etken Türkiye'de kazanılan yarışmalar olur. 2001 yılında Viyana ofisi İstanbul'a taşınır. Hani mimar doğanlar vardır ya, Alataş'ta mimar doğanlardan.
Başarılı mimar; mimarlığı bir meslek tercihi gibi algılamadığını şu sözleriyle destekliyor ” ya mimar doğuyorsunuz ve mimarsınız ya da mimar değilsiniz.” Ahmet Alataş “kardan adam” olma arzusu dışında başka bir meslek tercihinin ise olmadığının altını çiziyor. Ahmet Alataş; 2009 yılından bu yana Emre Açar ve 18 kişilik takımıyla mimari proje çalışmalarını İstanbul'da sürdürmeye devam etmekte.
Öncelikle kendinizden bahseder misiniz?
İstanbul'daki lise eğitimimden sonra Viyana Teknik Üniversitesi'nde 1986 yılında başladığım üniversite ve master eğitimimi 1996 yılında Profesör Helmut Richter'in yanında hazırladığım diploma çalışması ile tamamladım.
Helmut Richter ile birlikte üç sene boyunca çalıştıktan sonra 1999 yılında Viyana' da kendi ofisimi kurdum. 2001 yılında ofisimi İstanbul'a taşıdım. 2009 senesinden itibaren Mimar Emre Açar ve şimdi 18 kişi olan takımımızla mimari proje çalışmalarımızı sürdürmeye devam ediyoruz.
Sizi mimar olmaya iten ne idi?
Sebebini bilemiyorum ama tesadüflerin rolü de olabilir... Mimari bana bir meslek tercihi gibi gelmiyor. Ya mimar doğuyorsunuz ve mimarsınız ya da mimar değilsiniz. Bir de mimarlık yapanlar var.
Başka meslekler düşündünüz mü?
Çok küçükken mimar olmaya karar verdim, daha öncesinde “kardan adam” olma arzumun dışında başka bir meslek tercihim hiç olmadı.
Lisan eğitimi için gittiğiniz yurt dışında çok uzun süre kaldınız. Türkiye'ye dönmeye karar vermenize ne sebep oldu?
Viyana'ya üniversite eğitimi için gitmiştim. Viyana'da kendi kurduğum ofis ile Türkiye genelindeki havaalanı yarışmalarına ve İzmir Amerikan Koleji'nin ilkokul binası yarışmasına katıldım.
Yarışmalardan ödül almaya başladığımda özellikle İzmir Amerikan Koleji yarışmasında birinciliği kucaklayınca, başlamış olan konut projelerimiz ile birlikte çalışmalarımı Türkiye'de devam ettirmeye karar verdim.
Şimdi katılıyor musunuz yarışmalara?
İlk başlarda yarışmalar; kendimizi ölçmeye, sürekli araştırmaya, mimarinin bilinen problemlerine yeni çözümler arayarak kendimizi sürekli yenilemeye, kendimizi geliştirmek için yaptığımız çalışmalara motive olmak anlamında büyük önem taşıyordu.
Bugün ise Türkiye'de gerçekleştirilen birçok yarışmaya katılmamayı tercih ediyorum. Yanlızca yurt dışındaki uluslararası yarışmaları takip ediyoruz.
Aldığınız ödüllerden bahseder misiniz?
Otoyol üzerindeki bir dinlenme tesisi konulu yarışmada aldığım üçüncülük ödülü ve 1995 senesinde Viyana Mühlgrund bölgesini konu alan şehircilik yarışmasında kazandığım biricilik ödülü öğrencilik sırasında aldığım en önemli iki ödüldür.
Okul devam ederken Hans Hollein gurubunda St. Pölten'de kültür merkezi yarışmasında bir birinciliğimiz, Christof Pichler gurubunda ise teknik lise yarışmasında bir üçüncülük ödülüne sahip olduk.
Mezuniyet sonrasında ise Yunanistan'da Syros Adası'na davet edilerek katıldığımız proje çalışmasında İnes Wagnerlöffler ile birlikte Viyana'da “Archi Diploma” ödülünü aldık.Gene mezuniyet sonrası Helmut Richter ile birlikte geçen çalışma dönemimizde onun gurubunda katıldığımız yarışmalarda farklı konularda bir çok ödüle sahip olduk.
Sonra Korkut Akkalay ile birlikte katıldığımız Ankara va Bodrum Havaalanı yarışmalarında satın alma ödülü aldık.
Türkiye'de katıldığımız yarışmalar içerisinde en önemlileri; bahsettiğim birincilik ödülü aldığımız İzmir Amerikan Koleji okul binası, mansiyon aldığımız İTÜ Yaşlılar Yurdu projemiz, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü, İstanbul Deniz Müzesi ve Emre Açar ile birlikte geçtiğimiz yıl katıldığımız İzmir Opera binası yarışmasıdır.
Yurt dışındaki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Okurken Pritzker ödülü alan Profesör Hans Hollein'ın yanında çalıştım. St. Pölten Kültür Merkezi yarışmasında birincilik ödülü aldık. Daha sonra 1999 yılında kendi ofisimi kurana dek Profesör Helmut Richter ile birlikte Viyana ve Berlin'de projeler gerçekleştirdik. Bir çok yarışmaya katıldık ve ödüller aldık.
Firmanızın faaliyet alanlarından bahseder misiniz?
Ofisimizde değişik ölçeklerde iç mimariden yüksek yapılara kadar her türde mimari projeyi hazırlıyoruz ve uygulanmaları sırasında mimari kontrolörlük hizmetlerini üstleniyoruz. Ufak ve orta ölçekli projelerimiz için talep edilmesi halinde şantiye yönetimi hizmeti de veriyoruz.
Projeleriniz sizi ne kadar yansıtır?
Projelerimiz birbirlerine çok benzemiyor ancak ofisimizden çıkan mimari projelerin tamamında mimari düşüncelerimize, prensiplerimize sağdığız.
Mesleğimize ve mimariye karşı bir sorumluluğumuz olduğuna, bir duruşa sahip olmamız gerektiğine inanıyorum. İnanmadığımız projeleri üstlenmiyoruz.
Projelerinizi çizerken nelerden ilham alırsınız?
Proje hazırlama süreci matematiksel bir süreç. Projelerimizi hazırlarken ana çıkış noktamız insanın doğa ile ilişkisi. Topoğrafya, iklim, minimum ihtiyaçlar, doğal enerji kaynaklarının mimimum olarak tüketilmesi...
En az matemetiksel kuramlar kadar rol oynuyor projelerimizin oluşum aşamasında.
Avrupa pazarını yakından gözlemleme fırsatı olan bir mimar olarak, Türkiye gayrimenkul sektörünü genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Sıkıntılar neler?
Gayrimenkul sektörünün gelişmesi hem yurdumuzda hem de Avrupa'da alınan bir dizi siyasi, politik ve ekonomik kararlar çerçevesinde şekilleniyor ve bu şekilde de şekillenmeye devam edecek.Gayrimenkul sektörünü gözlemleyen bir mimar olarak yurdumuzda bu "şekillenmeye" mimarların yeteri kadar etki edemediğini; mimari ve şehircilik anlamında bir çok yanlış yapıldığını, bu projelerde çalışan mimarların da bu yanlışlara bilerek ortak olduğunu burada belirtmek isterim.
Binaların tamamının kullanılmak için değil de satılmak için yapılıyor olması, mevcuttaki imar kanunlarının ve uygulayıcılarının son derece kısıtlayıcı ve yetersiz olması, daha önce -hala- bir mimar kullanma alışkanlığına sahip olmayan gayrimenkul firmalarının mimarların çalışmalarına müdahaleleri ve mimarları kendilerine benzeterek çalışmalarına dahil etme arzuları hacim olarak genişleyen sektörün kalite olarak tıkanmasına ve birbirine benzer vasat mimari örneklerin ortaya çıkmasına sebep oluyor.
Size en çok hangi projeler keyif verir?
Türkiye'de ki imar kanununa ve mevzuatlara dahil olmayan projeler, mal sahipleri tarafından satılmak için değil kullanmak için yaptırılan projeler.
Tasarımlarınızın pek çoğunda çeliğe yer veriyorsunuz. Yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?
Bir anlamda öyle. Profesör Helmut Richter ile çalıştığım süreç içinde pek çok çelik yapı yapma fırsatı bulduk. Okulda çelik üzerine iyi bir eğitim almıştık.
Çalıştığım dönem boyunca da ilginç çelik projelerinin içinde bulundum, çelik ve cam üzerine tecrübe kazandım. 12 genç Avusturyalı mimar ile birlikte Yunanistan’a, Syros Adası’nı geliştirmek üzere çalışılan projeye davet edildim. Akdeniz Faunası Araştırma Merkezi projesi içinde çalışmalarda bulundum. Türkiye’de “çelik mimarı” olarak tanındım ama elbette her tür yapıyı yapabilirim. Önemli olan çeliğin getirdiği avantajları doğru kullanabilmek.
Çelik kullanımınızda ki en önemli sebep...
Çelik sınırları zorlayabildiğiniz bir malzeme. Strüktürdeki zarifliği sağlamak, geniş açıklıklar bırakmak ve cephedeki yalınlığı koruyabilmek için çelik kullanıyorum. Çelik sayesinde çok hafif yapılar elde edebiliyorum.
Çok hafif yapılar çok ışık alabiliyor, mimara sınırsızlık duygusunu yaşatıyor. Geriye dönüp baktığımda, içinde bulunduğum hemen her projede çelik olduğunu görüyorum. Demek ki aslında çelik vazgeçilmez bir malzeme. Kuru inşaat tekniği ile inşa edilen binalara inanıyorum, çağdaş olduğunu düşünüyorum.
Çelik kullanmanın zorlukları var mı?
Türkiye’de yangın konusunun çeliğin bir dezavantajı olduğu düşünülüyor, ama bunu engellemenin yolları da var. Bence Türkiye’deki en önemli sorun çeliğin maliyeti.
Çeliğin kendisi aslında çok pahalı bir malzeme olmamasına rağmen betonarmeye göre çeliğin yangın izolasyonu ve inşaat tekniği daha özel, pahalı olması da dezavantaj sayılmamalı bence. Çok daha hızlı bir yapı sistemi. Ayrıca çelik yapılar çağdaş ve daha iyi binalar demek...
Son dönem projelerinizden bahseder misiniz?
Son dönemde ofisimizde çeşitli ölçeklerde ofis, mağaza, konut mimarisi ve sağlık alanında mimari projeler ve renovasyon projeleri hazırlıyoruz.
Çeşitli ölçeklerdeki kişisel konut projelerinin yanısıra; İnanlar İnşaat için Kemerburgaz'da hazırladığımız toplam büyüklüğü 15 bin m2 olan konut projemiz, Fako - Keleşoğlu için Kemerburgaz'da hazıırladığımız 30 bin m2 büyüklüğünde konut projemiz var.
Ankara Gölbaşı'nda MT Group için hazırladığımız konut gurubu projemiz. İstanbul Kartal'da hazırladığımız ikisi konut bir tanesi ofis binası olmak üzere yüksek yapı projelerimiz üzerinde çalıştığımız projelerin en önemlileri. Sırf bu sene konsept proje ve uygulama olarak 200 bin m2 alan tasarladık.
Dergisi
Boytorun Mimarlık tarafından Arnavutköy’de tasarlanan Durusu Milltown projesi bölgenin konut, ticaret ve kamusal alan ihtiyaçlarını karşılama hedefiyle hayata geçiriliyor. Kişi başına düşen sosyal ala...
Devamını Gör...
Özer Ürger Mimarlık tarafından tasarlanan Güngören Gösteri Merkezi (GGM) ve Kent Parkı projesi, yapı ile çevresi arasında kurulan güçlü bağlar sayesinde İstanbul’un en yoğun nüfuslu bölgelerinden biri...
Devamını Gör...
Ulusal ve uluslararası ölçekte atlı spor kulüplerine imza atan Equine Design Studio, Şile’de uluslararası yarış standartlarına uygun niteliklerde özel bir binicilik merkezi tasarladı
Devamını Gör...